top of page
gecelerin_en_güzeli.jpg

Uzun geceler biterken

Rozerin Bolluk Radikal Kitap 23 Mart 2007

 

 

 

“Duygusallık bir belirsizliğin ardından gitmek değil mi zaten” diye soruyor Ömer F. Oyal ikinci romanı Gecelerin En Güzeli'nde.

Belirsizliğin ardından insanı sürükleyen, duygusallığın insanı nerelere götürdüğünü neler yaptırdığını anlatarak soruyor bu soruyu. Kim buna tam olarak cevap verebilir ki? Gecelerin En Güzeli'ni okurken tam da geçmişle bugün arasındaki kopmaz bağın, aynı zamanda belirsizliğin hesabını yaparken buluyor insan kendini.

Oyal'ın dil kullanımı ve akıcılığı ile insanı etkileyen romanında gündelik hayatın içine gömülmüş ve gönlünü ağır ağır arkadaşının eşine kaptıran bir banka çalışanı; fakülte duvarlarının arasına sıkışıp kalmış bir Türkolog ve inatla geleneği savunmaya çalışan Tuva'lı bir kamın hayatlarının yüzyıllar sonra efsanenin fısıltısıyla altüst oluşuna tanıklık ederiz. Günler gecelerin en uzununa, en güzeline doğru ilerlerken, söylemin fısıltısı uğultuya dönüşüyor. Uğultu, Caday Taşı Taşı Efsanesi'nin yüzyıllar boyu izlediği yolu işaret ediyor. Taşın fısıltısına kayın ormanlarının, dağların, göç kollarının ve Türk tarihinin çeşitli konaklarının hikayeleri eşlik ediyor. Ve elbette romanda önemli bir ağırlığa sahip dilin hikayesi de. “Geçmiş bizi kelimelerin içinden gözetler. Bir kelimenin her bir tekrarı geçmişle, çok uzakta silikleşip unutulan ve belki de bize hiç benzemeyen atalarla akdin yeniden onaylanmasından başka bir şey değildir.” Bazen öyle durumlar olur ki, sessizlikten daha güzel bir cümle asla kuramazsınız. Tıpkı Oyal'ın romanında belirttiği gibi. Oysa dilin tarihselliğini vurgulayan Humbolt'a bakılırsa dilin değişmesi düşüncelerin değişmesinin bir göstergesidir. “Dil bir milletin ruhudur” der Herder. Yani insanlığın dil hususunda bölünmesi ayrışmaların en tabii olanıdır. Gecelerin En Güzeli'ni okurken, yüzyıllar geçse de dilin yaayan bir organizma olarak bizi hâlâ nasıl etkilediğinin bir kez daha ayırdına varıyoruz.

Caday Taşı Efsanesi'nin çağrısı hiçbir zaman tekin değildir ve günler gecelerin en güzeline yaklaşırken tekinsiliklerin dozu artmaya başlar ve hikaye git gide yükselen bir gerilimle ilerler. Caday taşının bir sırrı yoktur ancak bir hikayesi, hatta birden fazla hikayesi vardır. Zira efsane de her çağda yeni görünümlere bürünerek durmadan değişir.

 

Söylencenin gücü gerçekliğindedir

 

Bir ulusun efsanelerini veya dilini sevmek elbette başka bir çok yanını sevmekten daha kolaydır. Herkesin bir özlemle yaşadığı doğrudur ama söylenceye kapanıp kalmak gündelik hayatı tanınmaz ve anlaşılmaz bir hale getirebilir. Bir söylencenin gücü aslında gerçek olmamasında yatar. Aynı zamanda da gerçeği işaret eden bir büyük yalan olmasında. Efsanenin içinden gerçeği çeşitli işlemlerle damıtarak bulabiliriz ancak. Üstelik onun bile yaklaşık bir gerçek olduğunun farkındayızdır. “Efsaneyi fazlaca işleyip işlemden geçirmek büyüyü bozduğu gibi içindeki az miktarda gerçeği de zedeler çoğunlukla. En iyisi efsaneyi kurcalamamaktır. Salgıladığı büyü, gerçeklikten daha değerli sayılıyorsa neden kanırtalım ki! Bir halkın dünüyle bugününü birleştiriveren duygu gerçekle değil efsanenin büyüsüyle yaratılır çünkü. Hem gerçek dediğimizin başka türde bir efsane olmadığı ne malum!”

Geçmişle günümüzü harmanlayarak Gecelerin En Güzeli'ni yazan Ömer F. Oyal, günümüzle ilgili de önemli bir tespit yapıyor. Kendine bakmanın nasıl bir yaşama biçimi haline geldiğini çok güzel anlatıyor. “İnanç çağı, akıl çağı, devrim çağı ve şimdi de yaşam kalitesi çağı.”

 

 

 

 

bottom of page