"Geçmiş bizi kelimelerin
içinden gözetler."
Söyleşi: Hüseyin Eroğlu
Rozerin Bolluk
"Geçmiş bizi kelimelerin içinden gözetler." Söyleşi: Hüseyin Eroğlu Birgün 26 Temmuz 2007
İkinci romanınız Gecelerin En Güzeli, İslam öncesi Türk tarihine dair bir efsaneyi, Yada taşı söylencesini günümüze taşıyor. Aynı zamanda da “bir söylemin gücü aslında gerçek olmamasında yatar” diyorsunuz?
Evet kitap söylencenin zaman içinde biçim değiştirmesi üzerine. Aslında Türk olmanın ne olup olmadığı üzerine de aynı zamanda. İçeriği tarihin her döneminde yeniden tanımlanan ve hatta yeniden yorumlanan kavramların ve söylencenin anlamının tartışılması demek tüm bunlar. Tıpkı kişisel tarihimiz gibi. Nasıl kişisel tarihimizin her dramatik dönemecinde geçmiştekileri yeniden yorumluyor ve yaşadığımız anda kendimize yeni bir kimlik biçiyorsak ulusların tarihi de buna benziyor. Söylem yeniden yorumlanmazsa akıp giden hayatın bir parçası olmaktan, işe yarar olmaktan çıkar. Örneğin kitabımızdaki Yada veya Güney Sibirya’daki ismiyle söylersek Caday taşına atfedilen kutsallık durmaksızın değişiyor. Ve sonunda efsanenin kökeniyle ilişkisiz hale geliyor.
“Geçmiş bizi kelimelerin içinden gözetler” demişsiniz. Kitabınızda dilin sürekliliği ve değişimi ağırlıklı bir yer tutuyor. Bunun söylence ile ilişkisi nedir?
Kimliğin en önemli unsurlarından birinin dil olduğu malum. Tarih bilinci veya söylence bile her şeye rağmen dilin ve kelimelerin üzerinde yayılıyor. Dil esrarlı biçimde çok uzak geçmişle bir bağ kurduğu gibi düşünmemizi de belirliyor. Romanda tartışılan şeylerden biri de bu bağın ve bu belirleyiciliğin anlamı. Kuşkusuz burada söz konusu olan Türk dili. Bizler genelde bu işleri uzun süredir sağcılara bırakmış durumdayız. Türk dilinin etimolojisi ya da Türk Tarihi dinamikleri hep milliyetçilerin işi olarak algılanır. Bu da başka türlü bir yabancılaşma elbette. Özellikle ortaçağ Türk tarihiyle uzun zamandır ilgiliyim ve bu Ortaçağ, içinde birbirinden ilginç bir dizi kültürel ve dini geçiş sürecini barındırıyor. O yüzden çok ilginç zaten. Bu anlamda dil de değişiyor ama yapısındaki kalıcılık birçok şeyi de belirliyor.
Bunlarla ilgilenmeli miyiz gerçekten de?
Biraz önce söylediğim gibi bizde siyasal görüşe göre bölünmüş ilgi alanları var. Örneğin solcular ekonomiyle, sosyoloji ve felsefeyle; sağcılar tarihle, dinle, dille ilgilenir. Ve bir kanatta olan diğerlerinin ilgilendiği meselelerden bihaberdir. Ama bunlar galiba yavaş yavaş değişiyor. Bu kitabın bağlamına dönersek özellikle Ortaçağ Türk tarihiyle ilgilenmek peşinen Milliyetçi bir duruş gibi algılanıyor. Üstelik bu konularla ilgili hemen tüm çığır açıcı çalışmaları yapanların bizim milliyetçiler değil yabancı bilim adamları olması da hayli ironik. Bizimkiler henüz doğru dürüst bir Türk dili etimolojisi kitabı bile hazırlayabilmiş durumda değiller. Bu kadar hamasiliğe karşın bu kadar az gerçek iş üretilebilmesi üzücü gerçekten de.
Türkolog Osman bu çerçevede neyi simgeliyor?
Osman tanıyıp bildiğim bir dizi kişiliğin bir bileşimi doğal olarak. Onun şahsında bir Türkçünün dünyasını açmaya, anlaşılır kılmaya çalıştım. Karşımızdakilerin iç dünyasını anlamak gibi bir zorunluluk yok şüphesiz ama yukarıda sözünü ettiğim bir alanı bırakmış olduğumuz kişilerin dünyasını anlamak da önemli diye düşünüyorum. Yukarıdaki soru bağlamında söylersek Osman bir yandan Türkçü ama öte yandan da gerçek bir bilim adamı olabilme derdine sahip birisi. Yani bir taraftan efsanenin ve dilin hikayesiyle mest olmuşken öbür taraftan da birtakım gerçeklerden rahatsız.
Tuva’da hala Şamanizm’e gerçekten inanılıyor mu? Ve kitap boyu giden şiir neyi simgeliyor?
Tuva’da çoğunluk Moğol Budizmi’ne bağlı olsa da şamanlar ciddi bir azınlık durumundalar. Yani biz bunları konuşurken bin yıl öncesinde kaldığını sandığımız inançlar ve uygulamalar yaşamaya devam ediyor. Bu benim için oldukça ilginç bir şey. Zamanın her zaman bir çizgide akıp gitmediğini gösteren bir şey. Kitapta Tuva’da sözü geçen bazı şahıslar gerçek.. Şiire gelince bu aslında taşın kendi dilinden kendi destanı. Şiirin formu Tuva destanlarına uygun. Tuva dilinde hazırlamanın nedeni o dilin, Türkçe’de bize en uzak kollardan birine dahil olmasının yarattığı bir tür yabancılığı yansıtabilmek. Elbette sıfırdan bir Tuva şiiri yazmadım. Birkaç destanın formlarını ve cümlelerini değiştirerek hazırladım şiiri.
İlk kitabınız Sürgün Ruhun Rüya Defteri, Yahudi tarihi eksenliydi, bu kitap Türk tarihi ve diline odaklı. Sırada ne var?
Evet, ilk kitabın ana ekseni Yahudi dini bağlamında inançtı. Bence üç İbrahimi dinin tüm temel dertlerini Yahudi dininde bulmak mümkün. O yüzden inanç meselesini tartışırken biraz ayrıksı dursa da İbrani tarihi üzerinden gittim. Gecelerin En Güzeli’nde ise tarih, dil ve efsaneyi tartışmaya çalıştım. Üçüncü kitap hazır ama seneye çıkacak. İsmi, İki Mevsim Bendeniz [Ferahlık Anına Övgü]. Sorumluluk, ölüm, sanat, kişinin kendiyle cenkleşmesi ve tasavvuf konuları etrafında odaklanıyor kitap. Şimdiyse adanış, dava, militanlık ve geçtiğimiz yüzyılın dünyayı değiştirme mücadelesi gibi konulara odaklı bir roman üzerinde çalışıyorum [Önceki Çağın Akçamüstü].