Abdurrahman Çelebi'ye bir kitap
Sennur Sezer Radikal Kitap, 27.01.2014
“Koyunun olmadığı yerde keçiye ‘Abdurrahman Çelebi’ denir” miş. Bu deyim elbet bir küçümseme taşır. Ancak “çelebi” sözünün okumuşluğu ve efendiliği hatırlattığı da unutulmamalı. Yapı Kredi Yayınları arasında keçiler için gerçek bir “Çelebi” kitabı yayımlandı: Keçi: Zanlı, Kurban, Cefakâr.
Ömer F. Oyal, Anadolu’da keçinin göçebe boylar için tarihsel ve ekonomik önemi yanında Batı’daki kuşkulu görüntüsünü de çiziyor. Görsel sanatlardaki keçi görüntülerini keçiyi doğal ortamında gösteren fotoğraflarla bütünlüyor. Keçinin Altaylarda ve Anadolu’daki toplumsal önemi yavrusuna (oğlak, 6 aylığı çepiç), erkeğine (teke), doğurmamışına (gezem, göğleme), kısırına (yazmış), hadım edilmişine (erkeç, öveç) ayrı ayrı adlar verilişiyle de anlaşılabilir. Ayrıca keçiler renklerine, küpelerine, kulak biçimlerine boynuzlarına göre de ayrı adlarla anılıyorlar. Burada şunu belirtmek gerekli, keçiler kendilerine konan adları tanıyorlar. Başka türlü söylersem adlarını biliyor, tepki veriyorlar.
Türkmen boylarının da ad olarak kullandığı totem adlarının çoğu keçilerle ilgilidir: Teke boyu, Teke Oğulları, Kara Keçililer, Ak Keçililer, Kızıl Keçililer... Bunlara unutulmakta olan bir övgüyü de ekleyeyim: Adamın tekesi (yiğit, güvenilir).
Edebiyat ve keçi
Kitabın “Edebiyatta Keçi” bölümü Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Yaban’ından, Fakir Baykurt’un Tırpan’ından, Yaşar Kemal’in Bin Boğalar Efsanesi’nden, Alphonse Daudet’in Mösyö Seguin’in Keçisi’nden, Coatzee’nin Utanç’ından, Tom Robbins’in Parfümün Dansı’ndan alıntılar içeriyor.
Bu bölüme ben de katkı yapmak isterim. Mahmut Yesari’nin ilk kez 1927’de, Latin harfleriyle de 1995’de basılan Çulluk’unun “Mukaddeme”sinde (önsöz, giriş) yaban tekelerinin kendi aralarında boy ölçüştüğü bir av sahnesi yer alır. “Karakış başlangıcı” yani yaban keçilerinin kızgınlık (siyme) zamanıdır. Bir sürü teke bir dişi için dövüşür:
“Çamların seyrekleştiği tepe üzerinde büyük, efsanevi bir gölge; hafif kıvrık uzun boynuzları, terden, salyadan yapış yapış, fakat vücudunun hararetinden hiçbir zaman buz tutmayan sakalı havada, ön ayaklarını kaldırarak: güneşi ateşleyen, şimşeği yakan, çığları toplayan, rüzgârları kudurtan, enginleri coşturan ezeli kuvvetin müstesna şiddetiyle ileriye atılan kızgın bir teke hayali görünüyor, sonra bir başkası... Sonra bir başkası... (...) Tekeler durdular ve birden şimşek çakmış gibi boynuzları birbirine takılarak, birbirlerini göğüsleyerek, itip sürerek bir hamlede atıldılar... Bir tekenin boynuzu, yanındakinin karnına takıldı, karlardan derinliği ölçülemeyen uçuruma, hiçbir canlı mahlûkun göğsünden çıkmayacak ateşli bir hasret, esef narasıyla yuvarlandılar... Şikâyetli son bir inleme.”
Bu ilkel sevda düellosu “uçuruma yuvarlanmalar, boynuz çatırtıları, ayak kırılmaları, homurtular ve solumalarla” galip teke dişiyle baş başa kalana kadar sürüyor. Dişi, dere tepe kaçtıkça teke sürüsü onu izliyor. Hiç biri dişiye yaklaşamıyor. “Bir teke, kırık sağ ön ayağı paçavra gibi sallanarak sürüyü takip ediyor.”
Mahmut Yesari Çulluk’ta yaban tekelerini romanın kahramanı Murat için bir hazırlık simgesi olarak seçmiştir bence. Ömer F. Oyal “keçinin bazen hınzır, bazen boynu bükük bir kurban; bazen karanlık tutkuların, şehvetin simgesi” olduğunu belirtirken haklıdır. Mahmut Yesari’ye göre tekelerin sevda belirtileri ya da cinsel tutkuları sakatlanmalarla değil ölümle bile sona ermez, sepilenmiş derilerinin boyun, omuz, kasık bölümleri keçilerin kızgınlık döneminde yapış yapış terler, kokar.
Keçi kitabında tekelerin kızgınlık dönemindeki hareketlerinin “zortlatma/zortlama” olarak anıldığını da öğreniyoruz. Akdeniz bölgesindeki halk oyunlarından biri olan “teke zortlaması/zortlatması” bu hareketlerin taklidiyle oluşmuş.
Mahmut Yesari, yaban keçisi daha doğrusu tekeleri avlama zamanlarını, tekniklerini deneyli bir avcı olarak anlatıyor. Dişi keçilerin sesini taklit eden avcılar “geyikçi” diye anılırmış. Dokümanterlerde böyle avcılar var gerçi ama dağlarımızda yaban keçisi kaldı mı acaba? Bu sorunun bir nedeni de evcil keçi çeşitlerinin çeşit çokluğuna karşın ekonomik olarak değerli yerli kimi keçi türlerinin (özellikle Ankara keçisi) sayısının azalması.
Anadolu’daki sayısının dünyadaki türlerine oranla azalmasına karşın Anadolu Ankara keçisi tiftik kalitesinin daha yüksek olduğunu belirtmek gerekir.
Paris’te bir keçi
Ömer F. Oyal Keçinin Batı dünyasında şeytanla özdeşleştirildiğini çeşitli örneklerle vermiş. (Bunda kuşkusuz mitolojinin sevimli Pan’ının da payı olmalı.) Keçinin zekâsının aleyhine kullanıldığını kabullenmeliyiz. Oyal, keçilerin ağıl kapılarının mandallarını açabildiklerini söylüyor. Bu beceri bana birden kedileri hatırlattı (Onların da renklerine bağlı olarak uğursuz sayılanları, “iyi saatte olsunlar”a karışmışları vardır) Batı edebiyatında keçinin olumsuz rol oynadığı romanlardan biri Victor Hugo’nun Notre Dame’ın Kamburu’dur. 1831 yılında yayımlanan romanda Fransız İhtilali sonrası Fransa’nın karanlık günlerinden kesitler verilir. 6 Ocak 1482 günü başlayan dinsel ve geleneksel kutlamalar arasında kambur ve zeka engelli zangoç Quasimodo, rahip Claude Frollo, Yüzbaşı Phoebus’u tanırız. Hem zangoç hem rahip güzel Çingene kızı Esmeralda’ya âşıktır. Keçisi Djali ile gösteriler yapan Esmeralda ise yüzbaşıya tutkundur, rahibin aşkını reddedince onun tuzağına düşer, katil olmak ve büyücülükle suçlanır. Kanıt keçisinin yetenekleridir. Böylece Djali’nin becerileri sahibinin ölümüne yol açar.
Keçi, zeki olduğu için bağımsızdır yani tam evcil sayılmaz. Ama en zor koşullarda ve iklimlerde bile beslenmesi kolaydır. Sütü ve sütünden yapılan ürünler diyetler kadar lezzet açısından da önemlidir. Ayrıca masallarımızın ve bilmecelerimizin bu sevimli yaratığına da böyle özenli kitaplar yaraşır.