Söyleşi: Serap Çakır
Metin Celal
Zamanlar Değişirken
Ayşe Düzkan
Okuduğum kitaplar
Metin Celal
Okuduğum kita
Zamanlar Değişirken
Ayşe Düzkan Sabit Fikir Mart 2012
Ömer Oyal 2006 ve 2007 yıllarında çıkarttığı ilk iki romanı Sürgün Ruhun Rüya Defteri ve Gecelerin En Güzeli’nden beş yıl sonra yayımlanan üçüncü romanı Önceki Çağın Akşamüstü’nde yine benzer temalar, yani tarih, inanç ve siyasal angajman üstüne düşünüyor. Bu kez anlattığı solcular.
Dönem yakın ve tanıdık. Yeni yüzyılın başı, ülke bizimki, ortam ise birlik tartışmaları sonucunda kurulmuş, çoğulcu bir yasal partinin İstanbul il örgütü. Kahramanlar arasında gerçekten yaşamış olanlar bile var. Ömer Oyal’ın başkahramanı ise bu partinin içindeki ve genel olarak soldaki taraflardan birini açıkça benimsiyor. Kendi adıma, olayları onun ağzından dinleyince -aynı tarihlerde tam karşı safta olmama rağmen- bütünüyle hak verdim kendisine. Bunu her şeyden önce edebi başarısına borçlu Önceki Çağın Akşamüstü.
Ama bütün bunlar romanın üst üste yığılmış ya da tertiplice dizilmiş bir hatıralar öbeğinden ibaret olduğunu getirmesin aklınıza. Çünkü Ö.Ç.A tarihten ziyade insan ruhuna odaklanıyor.
Edebiyatta siyasal kimliği olan karakterler yaratmanın çeşitli zorlukları var. Nefret, hayranlık, yüceltme ihtiyacı gibi duyguların yanı sıra siyasal sorumluluk ve o kimliğin taraftarlarının muhtemel eleştirileri karşısında hissedilen çekingenlik de etkili bu zorlukta. Başka ülkelerde, başka zamanlarda yazarlar bunu nasıl aşmış bilemiyorum ama Türkçe edebiyatta karton devrimci/ülkücü tiplere, benzer görüşleri savunan kanlı canlı karakterlerden daha sık rastlanıyor; Orhan Pamuk’un Sessiz Ev’indeki Nilgün ve Hasan ile Ahmet Büke’nin, Muhayyel alemlerde bile yaşasalar yan odadaymışçasına inandırıcı olan devrimcileri gibi örnekler iki elin parmaklarını zor geçer.
Ömer Oyal’ın kahramanları da politik görüşlerinin tıpkılaştırmadığı, kişisel tarihleri, fıtratları, alışkanlıkları birbirinden farklı olan gerçek insanlar. Başlarına gelenlerin çoğu inanılmaz olsa da alabildiğine inandırıcı ki, bu da has edebiyatın alametlerinden biri.
Öte yandan, kendisine ve okuruna bir soru soruyor Önceki Çağın Akşamüstü: Yenilgileri zaferlerinden fazlayken insan doğru bildiğinden vazgeçmemeyi, bildiği doğrulardan şüphe duymamayı nasıl başarır? Üstelik dönem, devrimcinin hayatını, kişiyi oradan oraya sürükleyen bir macera olmaktan çıkarıp neredeyse bir bürokratın sıkıntısına yaklaştırmışsa insan kendini devrim denen muazzam dalganın parçası hissetmeyi nasıl sürdürür?
Bunun cevabını tarihte arıyor Önceki Çağın Akşamüstü. 'Bizimkiler'in dünyası, gücünü geçmişten geleceğe uzanan devamlılıktan ve tekrar tekrar tekrar etme sabrının baş edilmezliğinden alıyor. Aynı ana babadan doğduğu değil, aynı hayali kurduğu insanlarla kardeş olanların gizil gücü. Ama bu dünyada yaşamanın da zaman zaman bizzat o gücü zayıflatan bir yanı yok mu? Devrimcinin dünyasıyla davasını güttüğü sınıfın dünyası arasındaki açı nasıl ve ne zaman büyür, kapanamaz hale gelir? Tercihler, vazgeçişler, pişmanlıklar insanı hangi durumda acılaştırır, ne zaman tevekküle ve bilgeliğe sevk eder? ve aynı fikirler tarihin başka dönemlerinde neden farklı tabiatta insanların ilgisini çeker? Neden 1933 yılında Madrid’de Troçkizmi seçmiş olan biriyle aynı fikirleri 1997’de İstanbul’da ya da Sofya’da benimseyenler birbirlerinden bu kadar farklı insanlardır? Ya aynı siyasal faaliyetin on yıl arayla bile birbirinden bütünüyle farklı sonuçlar vermesine ne buyrulur?
Bu soruların cevabını bulmamızda bize yardımcı olan ve adına tarih bilinci dediğimiz şey Önceki Çağın Akşamüstü’nün omurgasını oluşturuyor.
Öte yandan, bir de gönül hikayesi anlatıyor roman. Metalaştırma sadece üretim süreciyle ilgili bir kavram değil. O yüzden bugün aşk diye andığımız şey, bir dengini arama süreci; duygularımızın en coştuğu anlarda sadece kendi arzularımızı dikkate alarak ve yatıştıklarında gelecek hesapları yaparak yaşanan şeyle ilgili sayıklamalarımızın adı artık aşk.
Yarattığı hegemonik ilişkileri sorgulama hakkı saklı kalmak kaydıyla söylüyorum; 'Gerçek aşk'ın filizlenme ihtimali en çok uygunsuz çiftlerde görülüyor.
İşte böyle bir ilişkiyi anlatıyor Önceki Çağın Akşamüstü. Biz de okur olarak düşünüyoruz; bir insanın hayatı için cesur ve yıkıcı bir devrim olan tercih onu ortak devrimden uzaklaştırıyor olabilir mi? Böyle bir durumda ne yapmalı? Öte yandan insan tarihe yön vermek isterken kendi hayatının yolunu çizmekten aciz hale nasıl gelebilir?