Politik romanda ölçüt meselesi
İpek Bozkaya, Sanat Kritik 20 Ekim 2021
Metinler hangi amaçla yazıldıklarından bağımsız olarak, dilden çıkıp belli bir formda düşünsel mesajı aktarma yoluyla alıcısını bulduğunda ister istemez bir politik eylemi barındırırlar. Dilsel pratiğin politikaya dönüşmesi zaman zaman bu politikanın akacağı örnek bir ideolojik veri üzerinden gerçekleştirilebilirken, zaman zamansa hiç politik öğe barındırmayan bir metnin apolitik varlığı bir politik duruşu yansıtabilir. Roman türü ilk roman Don Kişot’tan beri (ki açtığı yol politik romana da çıkar) kuramcılara göre yeniden ve yeniden sınıflandırıldı, kategorilere ayrıldı, çizgileri belirlendi, sınırları aşıldı, görev üstlendi. Bir sanat biçimi olarak duygudurum belirteci, inanç açıklayıcı, değer arayıcı, haz sağlayıcı oldu. Kendine okuyucu olarak seçtiği kitleye göre aşırı sanatlı ya da estetik ölçütlerden fakir oldu. Bunları yaparken ayrıldığı bölümlerden biri olan, ideolojik yaşantıyı alenen veren politik roman, roman türleri arasında yerini ve dilini belirlemede en çok zorluğa düşen türlerden biri. Politik roman, ölçüt olarak aldığı şeye göre ya estetik yoksunu aşırı ideolojik; ya estetik hazzı tatmin eden ve ideolojik; ya da ideoloji ve sanat dengesini tutturamayan bir boşluk olabiliyor.
Ömer F. Oyal’ın Önceki Çağın Akşamüstü romanı 2012 yılında çıkmış, ideoloji ve politikadan ivmelenen, fakat hızını kazanırken ölçüt alacağı şeye tam karar verememiş bir roman. Kitabın başlığı içeriğe dair bir fikir vermiyor fakat kitapla ilgili fikir edinmek için ipucu peşindeki, zamanı kıymetli okura, kitabın, belirlediği okur kitlesi için hitap ettiği anahtar kelimelerden oluşan arka kapak metni şöyle:
Yazıları, Sürgün Ruhun Rüya Defteri (2006) ve Gecelerin En Güzeli (2007) romanlarıyla tanıdığımız Önceki Çağın Akşamüstü romanında devrimler ve yenilgilerle dolu bir yüzyılın düşlerini canlandırıyor. Çin ve Almanya, Rusya ve Arjantin gibi özgürlük türkülerinin yüksek sesle söylendiği ülkelerde dolaşan, yeni bir dünya arayanların dramını Türkiye devrimci mücadelesinin yakın dönem aktörlerinin trajedisiyle birleştiren, hüzünlü ve sevimli bir hikâye bu. (…) Önceki Çağın Akşamüstü gündelik politika pratiklerinin, açmazlarının, insani sıkıntılarının ve dertlerinin egemenlerin yüzeysel eleştirilerinin dilini kullanmadan da işlenebileceğinin güzel bir örneği.”
Arka kapak metninden sonra okura dünya algısına ve ilgisine göre cazip gelecek devrim, özgürlük, gündelik politika, yenilgi mücadele, egemen gibi kelimelerin yarattığı harekete geçirici itkiyle okuma eylemine başlandığında Güneş İnerken adlı giriş bölümüyle karşı kıyıdaki kubbeleri ve gemileri izleyen birinci şahıs anlatıcının hikayesine dahil olunuyor. Güneş İnerken başlıklı kısa ilk bölüm dilinden ve esnekliğinden dolayı kitabın sonsuz potansiyeliyle ilgili ferahlık veriyor. Hikâyenin ve dilin ileride evrileceği yapıyla ilgili okur henüz beklentisini sürdürüyor. Bu bölümde seçilen kelimelerden, okurdan birinci şahıs anlatıcıyla melankolik ve nostaljik bir düzlemde buluşma talep ediliyor. Ufuktaki kuş sürüsünü olağanca sakinliğiyle izleyen anlatıcı birazdan olacaklarla ilgili okuru bu bölümün son cümlesinde şöyle hazırlıyor: “Ceyda’yı gördüğüm günün diğerlerinden hiç de farklı olmadığını düşünüyorum.”
Birinci bölüme geçildiğinde birinci şahıs anlatıcı hikayesini genişletiyor. Bu bölümde bir sol partide çalıştığının, Nazlı ile evli olduğunun, Ceyda diye bir kadına âşık olduğunun, hayatının ve zamanının büyük çoğunluğunu sendika binaları, parti lokalleri, dergi bürolarının oluşturduğunun bilgisini veriyor. Bu bölüm yine hikâyeyi genişletme görevi üstlenen şu cümleyle açılırken: “O akşamüzeri hiçbir şeyden haberim yoktu”; ileride bir sorun olarak belirecek aforizmaların ilki olarak şu cümleyle devam ediyor: “Çarpık bir anımsama bu, lakin çarpılmış anımsamalar da gerçektir.” Ve bu ilk bölümle birlikte artık okur bu kitabın sanat ve ideoloji arasında ölçütünü belirleyememesinin nedenlerine vakıf olmaya başlıyor. Bu ilk bölümde adını bilmediğimiz anlatıcı kahraman bize hikayesini anlatırken devrimin tarihselliğini, yaşanılan çağın kötücüllüğünü, ideolojinin geniş coğrafi yayılımını kendi kişisel minör hkâyeninin yanında vermek isterken içmonologla diğer zamanlarda ve coğrafyalarda yaşamış hayali karakterlere yönleniyor. Sözgelimi bir Avrupa şehrinde yüzyıla nasıl girildiğini gözlerinin önüne getirmeye çalışıyor ve izbe bir evin mutfağında toplanmış bir grubu düşünüyor. Bu imajinasyon çalışmasında hayali karakterlerden birinin adını Sergey koyuyor ve Sergey (diğer hayali sembolik karakterlerle birlikte) kitabın sonuna kadar derinleşmeden eşlik ediyor anlatıya. Kitaptaki bu diğer destekleyici karakterler evreni, sözgelimi Sergey, Otto, Olga, Daniel, Raul ve diğer coğrafyalar, sözgelimi Münih, Buenos Aires, Berlin, Moskova, bir noktada anlatıcının kendi hikâyesiyle birlikte derinleştirmeye ve zenginleştirmeye çalıştığı anlatısının odağını zedeliyor. İçmonolog ve bilinçakışı yöntemleri bir bütünlük ve odak çerçevesinde verilmediği için anlatıcı kahramanın gündelik hayatından, diğer coğrafyalardaki devrimci mücadeleye içkin diğer hayatlara geçişi anlatı takibinin niteliğine zarar veriyor. Geçişlerdeki bu hız odağı ideolojik yaşantının bürokratik beyhudeliğinden alıp savuruyor. Devrimci mücadelenin başka coğrafyalardaki örneklerinin de bir konseptte dahil edildiği bu anlatıda Ceyda ve Nazlı geriliminde meseleye aşk da dahil oluyor. Anlatıcı kahraman Nazlı ile evliyken gittiği bir mekânda seks işçisi Ceyda’ya rastlıyor ve âşık oluyor. Fakat anlatıcı kahraman Ceyda ve Nazlı ile olan ilişkisinin dinamiklerini hakkıyla anlatmada birtakım dikkat ve odak dağınıklıkları yaşadığı için roman aşktan da layıkıyla beslenemiyor. Nitekim kitabın sonunda Ceyda’nın oğluyla baş başa bir yaşamda kalan anlatıcı kahraman duygusal etkiyi son hamlede yeniden deniyor fakat bu çabası ideolojik, duygusal, estetik etki arasındaki kararsızlığı imlemekten öteye gidemiyor.
Kurgu savrulunca yaslanılacak tek bir liman kalıyor; dil. Önceki Çağın Akşamüstü’nde yazarın dili yetkin kullanma potansiyeline sahip olduğu giriş kısmında zaten anlaşılıyor, kitap bu bölümdeki sözcükdizimindeki doyurganlıktan hareketle böyle bir vaatle açılıyor, bu vaadini yer yer gerçekleştiriyor ve okuru doyuruyor, fakat edebi haz başlığı altında gerçekleşen yeni bir kararsızlık gündelik dil ile retorik arasında bir çizgi çiziyor. Retoriğin haricindeki yerlerde dil çok günlük, işlevsel; fakat retoriğin rehavetine kapılınılan yerlerde olabildiğince aforizmik; dolayısıyla iki uçta dolanıyor. Otobiyografik öğeler barındıran bu kitabı anı, günlük, düşün, deneme formunda okumayı tercih etme imkânı olan okurlar olsaydık anlatıcı kahramanın sesine karışan otoriter yazar sesini edebi çıkarımıza göre yönlendirebilirdik, fakat Önceki Çağın Akşamüstü’nde roman formunda hayat dersi veren anlatıcı kahramanın sesini bir teknik kusur olarak bulmak haz vaadiyle girişilen eylemi umutsuzlukta sonlandırıyor. Ne hissetmesi gerektiğine dair yönlendirilen okurlar olarak minör hikayelerden almamız gereken hayat dersi de hap bilgi şeklinde veriliyor; “İhanet her zaman için düşmandan somuttur.”, “Kişi ayağının altındaki toprağa bir kez güvenini yitirdi mi gelecek anlamını yitirir.”, “Hakikat illa ki sefaletin olduğu yerde değildir.”, “Başkalarıyla birlikte üşümek, başkalarının zamanı geldiğinde sizinle birlikte üşümek isteyeceği anlamına gelmez.”, “Hayranlık sürekliliğe, meşakkate değil maceracılığa doğru çekilir daima.”, “Yorgunluk küskünlüğe götürür insanı.”, “İnsan isterse her şeye inanabilir.”, “Beklenti sonuçtaki darbeden şiddetlidir.”, “Hakikatle karşılaşmak bağırsakların gürültüyle boşalması gibi bir rahatlık yaratır.”, “Acı uzaklaştıkça egzotik bir tat kazanır.” Dilden yararlanırken istenen etkiyi oluşturmak için başvurulan kelimelerde özensiz ve yanlış kullanımlar da mevcut, sözgelimi “Nerede olsa başını koyduğu an uyuyabilirdi. Hatta ona göre devrimci kendi yatağının bağımlısı olmayan kişidir ve başka yerde uyku tutmadığında artık konformist birisi oluyorsunuz (…).”
Önceki Çağın Akşamüstü’nde roman formunda hayat dersi veren anlatıcı kahramanın sesini bir teknik kusur olarak bulmak haz vaadiyle girişilen eylemi umutsuzlukta sonlandırıyor. Ne hissetmesi gerektiğine dair yönlendirilen okurlar olarak minör hikayelerden almamız gereken hayat dersi de hap bilgi şeklinde veriliyor; “İhanet her zaman için düşmandan somuttur.”, “Kişi ayağının altındaki toprağa bir kez güvenini yitirdi mi gelecek anlamını yitirir.”, “Hakikat illa ki sefaletin olduğu yerde değildir.”, “Başkalarıyla birlikte üşümek, başkalarının zamanı geldiğinde sizinle birlikte üşümek isteyeceği anlamına gelmez.”, “Hayranlık sürekliliğe, meşakkate değil maceracılığa doğru çekilir daima.”, “Yorgunluk küskünlüğe götürür insanı.”, “İnsan isterse her şeye inanabilir.”, “Beklenti sonuçtaki darbeden şiddetlidir.”, “Hakikatle karşılaşmak bağırsakların gürültüyle boşalması gibi bir rahatlık yaratır.”, “Acı uzaklaştıkça egzotik bir tat kazanır.” Dilden yararlanırken istenen etkiyi oluşturmak için başvurulan kelimelerde özensiz ve yanlış kullanımlar da mevcut, sözgelimi “Nerede olsa başını koyduğu an uyuyabilirdi. Hatta ona göre devrimci kendi yatağının bağımlısı olmayan kişidir ve başka yerde uyku tutmadığında artık konformist birisi oluyorsunuz (…).”
Önceki Çağın Akşamüstü’nde çarpıcı söz söyleyerek duygusal etki yaratma tutkusu kitabın sonunun da içerikle bağdaşmayacak şekilde bitmesine neden oluyor. Akşam Serinliği adlı son bölüm Güneş İnerken adlı ilk bölüm gibi kısa, ve okuru bitişe hazırlıyor. İlk bölümden son bölüme iki yüz yirmi yedi sayfa boyunca okuma eylemi gerçekleştiren okur için bu sürecin verimliliğine halel getiren belirleyicilerin başında kitabın odaksızlığı, karakterlerin ve meselelerin derinleşememesi, yoğunlaşılabilen ve üzerinde uzlaşılabilen bir çerçevenin olmayışı, anlatıcı kahramanın bilincini takip ederken savrulmak gibi maddeler geliyor. Sosyalist partide çalışan devrimci kahraman aracılığıyla sol mücadeleyi kendi içinden eleştiren bu romanın konusunun, kurgusal bir ürünün formu dışında düşünsel, yaşantısal bir formdan yararlanılarak verilmesi bu malzemeyi daha doyurgan kılabilirdi. Fakat bu şekliyle Önceki Çağın Akşamüstü kitlesini arayan, siyasetten ivmelenen kurgu ürünler okumayı seven okur kitlesini muhtelif cihetlerden eli boş gönderen, sanat ve politika arasında bir çizgide planın ve plansızlığın, kaosun ve düzenin aynı anda deneyimlendiği ve tüm bunlara rağmen yine de edebi haz potansiyeli olan bir roma