Hayatta kalma çabası bir ahlaki kararlar arenası
Söyleşi; Gamze Akdemir, Cumhuriyet Kitap 5 Kasım 2020
Olağanüstü zamanların insanlarını anlatıyorsunuz... Eşikteki cinler gibi her an hareket geçmeye hazır, tedirgin ama bir o kadar aşina!.. Gemide Yer Yok, birbirine sığınmacı olan bireylere, bireylerin endişelerine ve hayatta kalma çabasıyla gösterilen reflekslere dair bir kitap. Bütün bunlar bize ne kadar yakın?
Kitapta somut bir ülkeden veya somut bir iç kargaşadan söz edilmiyor. Bu anlamda somut kültürleri, somut iç savaşları veya iç savaş ihtimallerini deyim yerindeyse paranteze almaya çalıştım. Kitabımda özel isim kullanmaktan, hatta kültürel çağrışım yaratacak takma isim kullanmaktan bile kaçındım. Ülke veya şehir ismi de yok. Romanımda çizilen resim geçmişte dünyanın pek çok ülkesinde yaşandı ve zaten halihazırda dünyanın pek çok ülkesinde de yaşanıyor. Muhtemelen gelecekte de yaşanacak. Benim yapmaya çalıştığım bütün kültürel özgüllükleri, iç savaşın taraflarını, kimin haklı kimin haksız olduğunu bir tarafa bırakarak böyle bir süreci sadece bir evin içinde, sıradan birkaç kişinin nasıl yaşadığını görmeye çalışmak. Daha çok da olağanüstü koşullarda hayatta kalmaya çalışanların ruh durumları, birbirleri arasındaki ilişkilerdeki gerilimler üzerine yoğunlaşmaya çalıştım. Hayatta kalma çabası gerçek bir ahlaki kararlar arenasıdır.
Romanın katmanlarını açmak adına baştan sorayım; bu gemi neden bu kadar sıkışık?
Çünkü herkes güvenebileceği ve hayatta kalabileceği bir sığınak arıyor. Romanın kahramanı zaten kendisine evinde şöyle böyle bir sığınak oluşturmuş ve bir takım hazırlıklar yapmış. Diğerleri de sürece hazırlıksız yakalanmışlar ve onlar da önceden hazırlanmış evde yer talep ediyorlar, daha doğrusu yavaş yavaş yerleşiyorlar. Böylece aynı ev içinde de bir yaşam alanı savaşı ve gerilimi yaşanmaya başlıyor. Bir de Nuh’un Gemisi arketipi mevcut. Orada da Tanrı’nın Nuh’a bir tufan gerçekleşeceği ve bir gemi hazırlamasını istemesi var. Bu söylence bir felakete hazırlanmak, felaketi öngörmek, tereddütlere rağmen sığınak hazırlamak gibi çabaların arketipi görevini görüyor. Başa dönersek her şey hayatta kalabilmekle ve bunu gündeme getiren koşullarla yüz yüze gelmeden kendimize bazı ahlaki nitelikler atfetmekten kaçınmakla ilgili.
Gemide Yer Yok, hangi temel gözlem ve vargılarından çıkışla ve nasıl bir süreçte kaleme alındı?
Ülkemizde neredeyse daimi olarak belirsiz bir süreçte yaşıyoruz. Hatta “peki bundan sonra ne olacak” diye merak ederken ölüyoruz ve öleceğiz. Öbür yandan dünya da benzer bir halde, özellikle de çevremiz. Elbette Dünya ve Türkiye’deki genel ruh durumu kitabın yazılışında etkili oldu. Ama felaket söz konusu olduğunda hep daha fazlası var maalesef. İç savaş, olağanüstülüğün başka bir aşamaya sıçrayışı demek. Buna rağmen kişiler böyle zamanları olağan günlerin refleksleriyle atlatmaya çalışıyorlar. Fakat söylediğim gibi kitabım herhangi bir özgül duruma göndermede bulunmuyor ve esas olarak bu süreçlerdeki ortalama insan davranışlarına yöneliyor. Zaten kahramanlardan ziyade bu tür kişilere odaklanmayı tercih ediyorum. Bize gerçeği veren kahramanların davranışları değil, ortalama kişinin davranışı.
Bir apartman, sonra evin içi, anımsama ataklarıyla mazi, çok güvenilemese de teslim olunan aşk, sızıntılar halinde seyreden dönüşümler... Gemide Yer Yok, yazarının dilinden insanoğlunun toplumsal gerçekçi ve bireysel manifestolu nasıl bir yansısı?
Açıkçası burada bir manifesto mevcut değil. Olağanüstü günlerde insan davranışlarının hangi saikleri öne alarak hayata geçeceğini tartışmaya çalışıyorum. Bunların bazıları için olağanüstü bir dönem de şart değil. Diğer yandan böyle dönemlerde bireylerin kişiliğini, varlığını bir arada tutan tek şey neredeyse sadece geçmiş. Geleceğin belirsiz olduğu koşullarda tutunulabilecek tek şey geçmiş çünkü. Felaketin yaklaştığına inanmak istemeyiz. İnsan belirsizliği kaldıramaz, belirsizlik içinde bile gündelik rutinler ve öngörülebilir bir gelecek arar. Aharon Appelfed'in Badenheim 1939'unda Yahudiler Badenheim'da tecrit ediliyorlar. Onlara Polonya'ya sevk edilecekleri ve yaşamlarına orada devam edecekleri söyleniyor. Topluca tren istasyonuna götürülürken bazıları emeklilik haklarının devam edeceğini ummakta, Polonya’da hayatın çok ucuz olduğunu ve maaşlarını Avusturya parasıyla aldıkları takdirde birikim yapacaklarını düşünmektedirler. İnsan çoğunlukla budur.
Geçmişe tutunuyor roman, ya sonra? Eninde sonunda; romanın muhasebesinde gemide kalma azmindeki kişiler hangi sağlamalarda bulunuyorlar, yola nasıl devam edilecek gibi?
Gemide kalma azmi, sığınakta kalma ve orada hayatı idame ettirme azminden başka bir şey değil. Elbette çeşitli gerilim, çatışma ve uzlaşmalardan sonra herkesin kabullenmek zorunda olduğu yeni bir yaşam biçimi kurulacaktır. Olağanüstü koşullardaki bu yaşam biçiminde hiçbir şey eskiye benzemiyor ve yaşayabilmek için uzlaşma ve yeni koşullara uyum şart. Üstelik uzlaşma hiçbir zaman adaletle veya ahlaki seçimlerle bağlantılı olmuyor; daha çok güçler ilişkisi, çıkarların ortaklığı gibi unsurlar öne çıkıyor. Yani duygusallıkla ilişkisi olamayan bir durumda karşı karşıyayız. Böylece eskisinden bütünüyle farklı yeni bir hayat kuruluyor. İnsanlık en olağandışı koşullarda bile her şeyin her zamanki gibi akıp gideceğine inanmak istiyor, orada bile geçici de olsa bir rutin oluşturuyor çünkü
Yunus Nadi Roman Ödülü’nü kazanmak sizde hangi duyguları uyandırıyor? Ödüle ilişkin düşüncelerinizi paylaşır mısınız?
Öncelikle benim açımdan Gemide Yer Yok, üslup ve tarz itibarıyla diğer romanlarımdan faklı bir yerde duruyor. Romanı yazarken başlıca kaygım; yukarıda kısaca anlattığım sorunlara hiçbir duygusallığa kaçmadan değinmek; karakterlerin ruh hallerini psikolojiye girmeden, diyalog kullanmadan okuyucuya geçirebilmek, bir ruh durumu yaratabilmekti. Yunus Nadi Ödülleri’nin ülkemizdeki anlamı ve saygınlığı ise malum; ödül beni haliyle çok mutlu etti, onurlandırdı ve yine ödülü bu romanımla almanın benim için anlamı ise gerçekten neredeyse sadece bana malum. Kitabımı ödüle layık gören Seçici Kurul’a burada bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.