Tatlı ve tatsız beden
Orta yaşlara gelindiğinde hatta geçildiğinde beden ve bedenin sorunları üzerine farkındalık haliyle giderek genişliyor. Daha önceleri pek de farkında olunmayan beden öne çıkarak kendisini çeşitli vesilelerle hissetttiriyor. Tabii yazarlar da bunun dışında değiller. Philip Roth'un son kitaplarında beden ve hastalıklar artık devamlılık kazanıyor, yine David Wagner'in ilginç kitabı Hayat'ta organların ve bedenin gerçekleri üzerine yeniden düşünmek zorunda kalıyoruz.
Daniel Pennac'ın Bedenin Güncesi bir ekeğin doğumdan, maalesef ölüme kadar kahramanın bedenindeki gelişmeler üzerine odaklı. Şimdi bana da epey uzak gelen ilkgençlik hadiselerinden, artık yavaş yavaş kendini göstermeye başlayan arazlara kadar. Sonuçta işler haliyle tatsızlaşmaya başlıyor. Yani gerçekten de beden güncesi zira toplumsal hemen her şey kitabın kapsamı dışında kalıyor.
Kişinin bedeniyle böyle açıkça hesaplaşması daha doğrusu artık onu hesaba katmasının öyküsü epeyce ilginç. Sonuçta kendi bedeninizi ve geçirdiğiniz aşamaları düşünmek durumunda kalıyorsunuz ki bu pek hoş değil. Ama her tür hüsnükuruntuya karşın bedenden ibaretiz ve zamanla bunu acıyla idrak ediyoruz. İdrakla birlikte de kibrimiz azalıyor. Dünyaya bakışımız değişiyor.